“Artık, Kürtçe vaaz konusundaki tartışmaları abes sayacak kadar ileri bir noktada olmamız gerekiyor…”
Kürtçe vaaz konusuna da açıklık getiren Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez, konunun artık tartışılmayacak kadar ileri bir noktada olunması gerektiğini söyledi. Her dilin Allah’ın bir ayeti olduğunu vurgulayan Başkan Görmez, “benim dilim ne kadar muhteremse, kardeşimin dili de o kadar muhteremdir” diye konuştu. Başkan Görmez şöyle devam etti;
“Açıkça ifade ediyorum. Bana bir görev veriliyor. “Hakkâri’nin köyünde sen imamlık yapacaksın.” Ben oraya vardım. Benim görevim ne? Yasaların bana verdiği görev din konusunda toplumu aydınlatmak. Allah’ın verdiği görev ne? Allah’ın verdiği görev o insanlara din-i mübin-i İslam’ı tebliğ etmek. O insanlar benim dilimi anlamıyorlarsa, ben o görevi nasıl yerine getireceğim. Dolayısıyla onların anlayabileceği bir dil ve üslûp ile anlatmak zorundayım zaten. Bunun için zaten fiili olarak ahlakın güzelliğini, kardeşliği anlattıktan sonra, mühim olan içeriktir. Mühim olan hangi dil veya hangi kalıpla anlattığımız değil. Zaten bizim görevlilerimiz vaazlarda Kürtçe biliyorsa, vatandaşa rahatlıkla Kürtçe konuşuyorlar.”
“Camiyle cemevini birbirine alternatif olarak göstermek bizim inanç bütünlüğümüzü bozar…”
Alevi vatandaşların cemevlerinin ibadethane olarak tanınmasına ilişkin talebini de değerlendiren Diyanet İşleri Başkanı Görmez, “Cemevlerinin varlıklarını sürdürmesi, inkişaf ettirmeleri, hukukî bir statü kazanmalarında herhangi bir sorun yok. Ancak bütün tarihi, bütün kültürü, bütün kaynakları, hatta nefesleri, sözleri, deyişleri dahi dikkate aldığımızda camiyle cemevini birbirine alternatif olarak asla göstermemeliyiz. O bizim inanç bütünlüğümüzü bozar” dedi.
Aleviliğin İslam’ın içinde farklı bir yorum olduğunu ve bunun da yüz yıllardır böyle süre geldiğini anlatan Diyanet İşleri Başkanı Görmez, “Diyanet olarak bizim, Alevi vatandaşların burasını ibadet mekanı olarak tanıyın dediği mekanı, ibadet mekanı tanımak veya tanımamak gibi bir haddimiz yok” ifadelerini kullandı. Ancak konunun bilimselliğine dikkat çekerek şöyle devam etti;
“Eğer dünyanın herhangi bir yerinde bir inanç gurubu neye taparsa tapsın, neye inanırsa inansın, ben bu mekânı kendim, kendi inancıma göre ibadethane olarak kabul ettim derse, buna hiç kimsenin bir şey diyeceği yoktur. Ama eğer bunu söyleyen insanların, Müslüman olduklarında zerre kadar şüphemiz yoksa, eğer İslam’ın farklı bir yorumu olarak varlıklarını sürdürmeyi bin yıldır iftiharla ifade ediyorlarsa, eğer bunu söyleyen topluluk Hak, Muhammed, Ali çerçevesinde bir inanç dünyası oluşturmuşlarsa, eğer bunu söyleyen topluluk ehl-i beyt yolunu takip ettiklerini ifade ediyorlarsa, Hz. Aliyyül Murtaza, Hz. Fatime’tüz-Zehra, İmam Hüseyin, Hz. Hasan, 12 İmam… Bunların yolunu takip ettiklerine inanıyorlarsa, kelimelerimi özenle seçiyorum, eğer bunu söyleyen topluluk, 4 kapı 40 makamı kendine erkan edinmişlerse, eğer bunları söyleyen topluluğun tarihi ve kültürünü ifade eden yüzlerce eser günümüze kadar gelmişse, eğer bunları söyleyen topluluğun binlerce sözü, nefesi var ise o zaman bu iddia ile karşımıza çıkan insanlara deriz ki: “Bu bir bilgi konusudur. Bu artık sizin şahsi görüşünüz olmaktan çıkmış, bilimsel bir konudur”. Dolayısıyla bir inancın 1400 yıllık tarihinde İslam’ın dışında bir mabet olarak tanımlanmamışsa bugün de böyle tanımlamak mümkün olmaz.”
Son günlerde entelektüel çevreler tarafından tartışılan yeni Anayasada Diyanet’in rolü, kız çocuklarının genç yaşta evlendirilmesi ve 28 Şubat’ta Diyanet’te yaşananlara da değinen Diyanet İşleri Başkanı Görmez’in konuşmasından başlıklar şöyle;
“Her mihrap görevlimiz en az bu tartışmaları yapan entelektüeller kadar vesayete karşıdır…”
“Diyanet’in varlığını yokluğunu tartışmak dini bir mesele değildir. Nitekim yakınlarda platformlar düzenlendi. Bence anahtar kavram vesayettir. Eğer vesayet üzerinden gideceksek zaten Diyanet İşleri Başkanlığında çalışan hiçbir mihrap görevlisi de vesayeti istemez. Her birimiz en az entelektüel dostlarımız kadar her türlü vesayete karşıyız. Ama vesayet adı altında Diyanet’i ortada bırakmak doğru değil. Sosyolojik bir gerçekliği görünmüyor en azından. Ama farklı yasa çalışmalarında, zannediyorum 15-16 farklı yasa taslağı çıktı, farklı kurumlardan, farklı sivil toplum örgütlerinden. Biz bunların hepsini topladık. Çalıştık arkadaşlarımızla. Sayın Cumhurbaşkanımıza, Sayın Başbakanımıza, Sayın Meclis Başkanımıza, ana muhalefet liderine bunları götürdük. Paylaştık. Bu dönemde belki birkaç önemli adım atılabilir. Bunlardan bir tanesi sizin dediğiniz gibi yarı özerklik.
Kamu tüzel kişiliği yok. Kamu tüzel kişiliği konuşulmalı. Yani düşünebiliyor musunuz? Diyanet bir camiye sahip değil. Herkes caminin sahibini Diyanet zannediyor. Hayır. Bütün camiler hazinenindir. Diyanet’in bir camiye sahip olmak yetkisi bile yok yani. Neden? Çünkü kamu tüzel kişiliği yoktur. Vakıflarla olan ilişkiler düşünülebilir. Bunlar üzerinde zaten hem fikir, düşünce adamları, hem anayasa hazırlayıcıları, hem de biz Başkanlık olarak çeşitli öneriler üzerinde çalışıyoruz.“